27 Ekim 2011 Perşembe

Bir Kürt Kızının Öyküsü



Ben Kürt değilim. Ama çok sevdiğim iki tane kuzenim Kürt. Bugün bir tanesinin hikayesini yazacağım...
Ebru abla, her sabah saat 5 buçuk gibi kalkar, Adana'nın bir köyüne gitmek üzere yollara düşerdi. Medeniyetten hiç bir nasibini alamamış bu yerlere binbir zorluklarla, çamurlara bata çıka ulaşırdı. Çünkü o bir öğretmendi. Sınıf öğretmeni. Üstelik mastırlı bir fizik mühendisi olmasına rağmen... Bunu neden yapıyorsun, özel bir şirkete girip çok para kazanabilirsin dediğimizde hep aynı cevabı verir; birilerinin bu zavallı çocuklara Atatürk sevgisini aşılaması gerek. Bunu yapmazsam onların masum beyinlerini başka ideolojilerle yıkayacaklar diyerek bizi sustururdu. Her seferinde.
Bu fedakarlığı kim yapar? Ben yapabilir miyim? Ebru abla hala sınıf öğretmenliği yapıyor. Kürt. Bu ülkeyi çok seviyor. Ama bu ülkede malesef kurunun yanında yaş da yanıyor. Ne yazık...

Şehit haberlerinin gelmesiyle birlikte televizyonlarda ırkçı söylemlerle dolup taşan görüntüler izledik. Bazılarımız bunları kınadı bazıları haklılar diye arkasında durdu söylenenlerin. Ne kadar çabuk heyecanlanıp kulaklarının duymadığı  sözcükler çıktı ağızlarından. Ne yazık...

13 Ekim 2011 Perşembe

Vay Anasını

Tam olarak şöyle bir şey;
Hiç bir zaman omzunda ağlayamayacağımız, ona iğrenç espiriler yapamayacağımız, çok özlemek isteyeceğimiz ama özleme ihtimalini bile bize sunmayacak olan insanlar var. Ne kadar zor, ne kadar kötü. Keşke beni üzseydi, keşke ona aşık olduğumu söyleyebilseydim, keşke beni mutsuz etseydi ya da keşke hiç merak etmediğim bir şeyle ilgili saatlerce konuşup canımı sıkabilseydi  diyeceğimiz insanlar...

29 Eylül 2011 Perşembe

Yıllar Geçti Unutmadık; Mehmet Tarhan


Mehmet Tarhan

 Dorian Grey’in Portresi adlı kitapta şöyle bir şey geçiyor;

“Bütün bedensel ve beyinsel seçkinliklerde bir uğursuzluk vardır bence. (...) Öbür insan kardeşlerimizden farklı olmamak daha iyidir. Bu dünyada en şanslı olanlar bence çirkinlerle aptallar. Yan gelip yayılarak yaşam denen oyunu ağzı açık seyredebilirler. Zafer denen şeyi bilmeseler bile hiç değilse yenilgiyi de tatmazlar. Aslında hepimizin yaşamamız gerektiği gibi yaşar onlar; kaygısız, kayıtsız, çalkantısız. Başkalarının mahvına yol açmadıkları gibi kendileride yabancıların elinde telef olmazlar.”

Kitaplardan alıntı yapmam, alıntı yapanlardan hoşlanmam. Bana kitaptan alıntı yapıp konuşan insanlar her zaman yapay bir entellektüellik çamurunda debeleniyormuş hissi verir. Kendine ait söylenecek sözü olmayan insanların yaptığı bir şeydir alıntı. (Ve belki de Nuran Yıldız hocamla sadece bu konuda fikir birliğine gideriz.)
Bildiklerini bilmemizi isteyen insanları görünce büyük bir hırsla başımı başka yere çeviririm. Bildiğin şeyi bilmemin kime ne yararı var? 

Bir kaç gündür basit bir insan olsaydım nasıl olurdum diye kafamda kendi var oluşumu tasarlarken söz konusu kitaptaki metinlerle karşılaştım. Sonra durup düşündüm. Ben o insanların hangisiyim? Bir aptal mı yoksa dünyanın her bir eleminin farkında olup bunu hazmetmeye çalışan bir zavallı mı?...

Bugün kendimizi ve “öteki”yi sorgulama günü. Biz ve bizden farklı olanların günü. Belkide benim artık alıntı yapanları sempatik bulmaya başladığım gün. Bugün.

Çok sevdiğim bir savaş karşıtının kendisi hakkında çekilen belgeselinde kullandığı şu cümlelerle yazımı bitirmek istiyorum; “kilidin ne tarafı hücre?” Hapiste olan biz miyiz yoksa onlar mı?

Mehmet Tarhan, sevgili kardeşim. Ne yapıyorsun iyi misin? Geldiysen işaret ver.
 

28 Eylül 2011 Çarşamba

İETT; Bir İnsanlık Masalı


Ömrüm İETT otobüslerinde bir yerden bir yere giderek geçti. Tanıştırayım İETT, İstanbul şehir içi otobüs kuruluşudur. Nam-ı diğer Ankara'nın EGO'su gibi bir şeydir. Çoğunu yenileselerde Türkiye'nin dört bir yanında olduğu gibi hala körüklü ve inanılmaz egzoz dumanı çıkartan otobüsleri vardır ve baya baya kullanılır...
Çocukluğumdan beri otobüslerin içinde insanları gözlemlemek hep hoşuma gitmiştir ve hala da gider. Tüm insanlığa adanmış davranışlara o otobüsün içinde şahit olmak beni çok güldürür...



Bugün. Sabah saat sekiz buçuk. Aceleyle ajansa gitmem lazım. Otobüs geldi -her zaman ki gibi kalabalık- bindim arkalara doğru ilerledim. Ve yıllardır gördüğüm şeyleri bu sabah fark ettim; otobüs yolcuları kesinlikle üçe ayrılıyor;
Birinci tipte olanlara ben "çakal" ismini koydum. Bu çakallar ilk durakta otobüse bindiğinden anında yer bulup oturabiliyorlar ki genelde cam kenarı oluyor. Olabilir. Bu arkadaşlar otobüs duraklara uğramaya ve yavaş yavaş dolmaya başlayınca ayakta duranları fark edip kendilerini uykuya veriyorlar. Ara ara gözlerini "hee nerdeyim ben"der gibi açıyorlar sonra insanların üzerine geldiğini fark ettikleri anda gözlerini hızlıca tekrar kapatıyorlar. Ayaktakilerin delici bakışlarından korunmak için iyi bir yöntem aslında.
ikinci grup. Gözleri tamamen açık. Direk ve dik. Kararlı. Bunlar yaşlı, hasta, hamile hiç fark etmez asla yer vermezler. Otururken kendilerine söz vermişlerdir ne olursa olsun kalkmicam diye. Bir de utanmazlar yüzlerine yorgun, uykusuz mimikleri verin değil mi? Hayır o da yok. Baya kararlılar. Ben bunlara "iblis" diyorum.
Üçüncü grup. Tam bir salaklar. Onlara acıyorum. Saatlerce otobüste ayakta beklerler inmeye yakın bir yer boşalır zar zor otururlar. Zonklayan dizlerini ovuşturmaya kalmadan bir yaşlı amca biner otobüse. Salağımız ilk başta etrafına bakınır boş yer var mı diye. Bakar ki boş yer yer yok ve anca kendi kalkarsa amcamız oturabilecek o halde hemen kalkar yerini verir. Anında bir yer daha boşalır gider oraya oturur ama yüreği hop eder  yaşlı biri ayakta mı kaldı diye. Bu sefer orta yaşlıya yer verir. O kadar ki otobüstekiler artık bu salağı "yaşlıya yer verici" seçmişlerdir bilinçaltı. Ben bu salağa karşı soğuk savaş uygulayan otobüs sakinlerine "vicdansız", bu salağa da "Simge" adını uygun görüyorum değerli okuyucularım. Varın gerisini siz anlayınn canlarımın içleri.
Son olarak, bomboş bir otobüse binip heyecandan nereye oturacağını bilemeyip bir o koltuğa bir bu koltuğa geçen yolcuya bir kategori atfetmedim. Allah onları bildiği gibi yapsın inş.

Ve son, son olarak kapıda yoğunluk yapmayın inerken zor olii.

ahahah hay allam ya.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Herşeyi Tüketin inş.

Harika sanatçılar olabilirdik ama gelişen teknolojiyle yaratıcılığımız köreldi.
 Şimdi ne var? Dijital sanatlar, sanal bir sanat anlayışı...

Etraftan sürekli mesajlar alıyoruz gün içinde. Sürekli. Her biri sen hiç bir şey düşünme, hiç bir şeye kafa patlatma diye konumlandırılmışlar sanki. Televizyon izliyoruz. Üstelik artık her yerde ekranlar var tıpkı "big brother" gibi. Önünde oynayan bir şey için ekstradan bir şeyler düşünmeye gerek var mı? Yok. Kimse düşünmüyor zaten. Kimse resim yapmıyor, kimse müzik dinlemeyor. Dinlediklerini müzik sanıyor. Ne kadar saçma bir yer burası!

Bugün iyi değilim. Konuşmak istiyorum ama konuşmak istemiyorum. Sürekli bir şeyleri telafi etmekten çok sıkıldım. Sürekli yeniden başlayıp kalp kazanmaya çalışmaktan...
bıktım artık.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Türkiye'de Kitapçıda Yapılan İlk Şey

Türkiye'de kitapçıda yapılan ilk şey; kitabın fiyatına bakmak! Çünkü Türkiye'de kapak ve içerik değil, fiyat satar. 

Bugün kitaplardan konuşalım.



Herşeyden önce yazıma, çok sevdiğim Nuran Yıldız hocamın cümleleriyle başlamak istiyorum; "İyi yazmanın ilk koşulu, kimsenin okumayacağını düşünerek yazmaktır." Ne kadar doğru! Zihnimde belirlediğim ama bir türlü cümle içinde tasarlayamadığım bu gerçeği harika bir şekilde yazmış. Zaten pek kimsenin okumadığı şu garip bloğumu hiç kimse okumuyormuş gibi farzederek yazmaya devam edeyim. Bu kısım biraz konumuzla alakasız oldu. Herneyse.

Bugün öğle arasında kitapçıya gittim ve günlerdir okumak istediğim bir popüler kültür kitabı aldım. Her ne kadar tablacıda yarı fiyatına satılsada bağrıma taş basıp "kitapçıdan kitap alma keyfi"ni sürdüm. Kitapçıda gezinirken kendi kendime yapmamayı öğütlediğim şeyi her defasında yapıyorum; elime aldığım kitabın hızla arkasını çevirip sağ alt tarafta parıl parıl parlayan fiyat etiketine bakıyorum! Kendime engel olamıyorum çünkü kitap pahalı çünkü o kitabı ne kadar almak istesemde fiyat kitap tercihlerimde ilk sırada geliyor. Ne zamandır fiyatı yirmi lira olan bir kitap almadım. Yirmi liralık bir kitabı ben hep on liraya, beş liraya tablacıdan almışımdır. "Şöyle tek başıma güzeel bir kitapçıda hem kitabımı okuyayım hem de kendime kahve ısmarlayayım" diyeli çok oluyor. Kiminle konuşsam aynı şey! "Kitaba verdiğim paraya acıyorum" buradan da Türk'lerin kitap okuma alışkanlığı ortaya çıkıyor ki bu konuyu açmak yaralı parmağa işemekten farksız. Kitaba para harcamaktan gocunmam ama otuz liralık bir kitabı -içeriği ne olursa olsun- almak içimi sızlatıyor.




Para para para!

Herşeyde olduğu gibi yine para herşeyin önüne geçiyor. Piyasada bedava dağıtılan kitaplar genelde dini içerikli kitaplar oluyor. Aa ne oldu radikal islamcılar rahatsız mı oldunuz? Herneyse şimdilik dini kitaplar okuma eylemi isteği içinde değilim ve hiç bir şey için söz veremem ehe he.Tam Amerikan filmi diyalogları gibi oldu; hiç bir şey için söz veremem tripleri falan eheh. Diyeceğim o dur ki sevgili dostlar bunu yazan tosun, okuyana kosun ahahah diyeceğim bu değil tabikide ama "diyeceğimi" unuttum en iyisi "yiyeceğimi" yazayım ahahah hay allah ya naber nasılsın? 
İşte sevgili dostlarım kimse okumuyor nasılsa hissiyatları içinde yazı yazıncada ortaya böyle ipe sapa gelmez şeyler çıkıveriyor. O nedenle herkes okuyormuşçasına bir hissiyatla yazmak en iyisi. Hem böylesi ne kadar güzel ne kadar hoş.
İşte sevgili ve pek muhterem okurlarım...Çiçek gibi, mis gibi bir Türkiye'nin güncel konusunu nasıl da bir pisliğe çevirdim. Bu konudan çok ekmek yiyebilirdim ama olmadı. Bugünlük bu kadar.

Ajansta ne kadar sıkıldığımı tahmin etmenizi umuyorum.

Sizi sevgiyle uğurluyorum.

Ersin Karabulut'u özledim. Gidip biraz güleyim.

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Karşıma Çıkan Tüm Rastlantılar


           
                                          

                                           Vişneli vanilyalı pudingi severim.
                                           Tadından değil renginden.



Herkes gibi büyük bir heyecanla açtığım buzdolabında pudingleri göremeyince hayal kırıklığına uğrar, hemen kardeşe saldırıya geçerim.




21 Temmuz 2011 Perşembe

Ebru'yla İlgili Bir Şeyler...





Bugün Ebru'nun doğum günü.
İyi ki doğum günü.İyi ki benim süpersonik arkadaşım.Her çılgın ve olabildiğince mantıksız saçma sapan fikirlerime onay veren (en basitinden; birlikte sahilde mendil açıp "abla valla canımız çekirdek istedi onun için para topluyoruz, dilenmiyoruz yanlış anlaşılma olmasın"  bile dedik evet bunu yaptık.Yıl 2011 Temmuz, uzay çağı hahaha) belkide "tek" arkadaşımdır, dostumdur, biricik kardeşimdir.Ne dersek yapar.Merve' nin, Simge'nin, Kübra' nın Elif'in birtanecik püsüğüdür, minyonudur.



İyi ki varsın minyonum.
İyi ki yengeç burcusun.






Nice mutlu senelere...

Nil'in Babası..



Nil Karaibrahimgil bir yazısında babasının bestelerinden bahsetmiş;


"geri dönün iyi insanlar
biliyorum hep yalnızdınız
kötüleri kovduk dünyadan
dönün artık siz kazandınız. "




Keşke böyle bir şey olsa :)


İyi geceler.

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Aygaz...

                  
     Değişen şu koskoca dünyada değişmeyen tek şeysin sen Aygaz anonsu.






Sabahtan beri bunu düşünüyorum.Sürekli sürekli ama sürekli.Neydi hepimize bu kadar ayrı ayrı tesir eden bu cümlem?Neden içimiz burkuldu?




Ben Bostancı'lıyım. Orada doğdum, büyüdüm, yaşadım, öldüm tekrar doğdum ve tekrar...Herşeyimi orada yaşadım/yaşıyorum.Benim çocukluğumda sokaklar yasemin kokardı.Hanımeli kokardı.Üstelik ben 70 yaşında değilim! Bundan 16 yıl öncesinden bahsediyorum. Evet evet çocukluğumda herşey çok güzeldi.Tıpkı herkes gibi...mesela insanların alım gücü şimdiki gibi değildi.Şimdi insanlar "olmayanı"  harcarken, o zaman kredi kartları fazla yayılmadığından herkes elindekiyle yetinirdi.Ne ise o idi..
Panda dondurmaları vardı.Böyle şırınga gibi kırmızı şapkalı panda dondurması...Altta çubuğu vardı oradan itince vanilyalı dondurma çıkardı.Her çocuk gibi öğle uykularına yatırılırdım.Saat 3-4 gibi tam çay saatinde Aygaz' ın zihnimizde yer etmiş anonsu uyandırırdı beni.Bu şu demekti "hadi dışarı çık ve delicesine kudur"... Şimdi o çocukuluğun verdiği çoşkuyu heyecanı tekrar hissedebilir miyiz? Tekrar geriye dönebilir miyiz? Dünya hergün çılgınlar gibi yeni bir şeylerin peşindeyken eskiye dönüş yapabilir miyiz? "Artık çok geç! Hepsi geride kaldı." Tam ben böyle düşünürken bu sabah yanımdan bir tüpçü arabası geçiyor ve başlıyor "dındındırııı dındın dırııı dındın dıdıp dı dıdıdıdıdı dı aayyygazzz dırıdııı" çok şaşırıyorum.Çok ama çok şaşırıyorum.Çok mutlu oluyorum.Geçmişten gelen biri gibi.Şu süpersonik teknolojik dünyada çok içten samimi bir kişilik gibi.Sanki çok sevdiğimiz ama şu an hayatta olmayan dedemizin, babannemizin bizi ziyarete gelip sarılması gibi  (oyy bu gerçek hayatta çok korkunç olabilir; mesela 10 yıl önce vefat eden Ayten Halam şimdi çıkıp gelse korkudan beynim kaynar ahahah tövbe tövbe--Ayten Halacım bunları okuyorsan lütfen rica edicem yanıma gelme--tövbe tövbee--buarada ben eskiden olabildiğince yaşlı akrabaların yanına gider "öldüğünüzde sakın bana görünmeyin haa" diye uyarır, annemden azarı işitirdim ahahahaha tövbe tövbee) Herneyse ya, diyeceğim o ki hala bir umut var içimde.Geçmişten güç alıp şimdiyi yaşayabiliriz. Ne olmuş güzel anılar çocukluğumuzda kaldıysa?Şimdiyi de doya doya yaşamalı.İnsanları bazen "70'li yıllar ne güzelmiş yeaa" derken buluyorum.e 70'li yıllrda yaşıyan insanlar demiyor muydu "50'li yıllar ne kadar tatlıymış" diye? Mutlaka diyorlardı.Oysaki mutluluğun temellerini geçmişte aramak neden? Şimdide çok iyiyiz. Her bir olanak elimizde.Evet insanların duyguları gittikçe yozlaşıyor ama bu dünyada çok güzel insanlarda var.Olay görmeyi bilmekte bence.O anons beni tekrar umutlandırdı.Tekrar düşündürdü.Artık "90'lı yıllarda çocuk olmak ne güzeldi yeaa "diye düşündükten sonra içim burkulmayacak...




Bu yazı, yaşadığı her dönemi dolu dolu geçiren hayat dolu insanlara gelsin...


Not; şu panda marka dondurmanın adı "mr.pan" imiş.Evet hayal meyal hatırlıyorum ne güzel dondurmaydı ya. Ayrıca şuna mutlaka bakmalısınız; http://galeri.uludagsozluk.com/r/80-ler-ve-90-lar%C4%B1n-unutulamayan-abur-cuburlar%C4%B1-74738/



Yo yoo bugün balık burcu günümde değilim.Eğer olsaydım pesimist olurdum çünkü.Evet evet bugün bir ikizler burcu günümdeyim.


Sevgiyle kalın.





9 Temmuz 2011 Cumartesi

Charles Bukowski; okuyanski anlıyanski entellektüelski





Charles Bukowski'yi kimilerinin feysbukunda "sevdiğim sözler" vasıtasıyla tanıdım.Zaman zaman Umut Sarıkaya'nın karikatürlerinde karşıma çıkmışlığı da vardır.Öyle "hımm şu düşünürün kitabını okuyayım da şöyle bir dünyevi görüşlerimin aklı şaşsın, ağzı burnu dağılsın" diyen tiplerden hiç olmadım ve korkarımki olamayacağım.Kimiside kırmızı şarabını yudumlarken "oh Jane Austen ne güzel demiş" tribine kendini kaptırır.Sahi  ben neden böyleyim?Ben neden "hacı biliyor musun Lady Gaga'nın gerçekten gagası varmış puhahahah" kafasından çıkamıyorum?Ya herneyse konu ben değilim.Konu sensin!şaka şaka konu sende değilsin.Konu Charles Bukowski.
Bu adamın yazısını "ben çok entellektüelim şöyle metinler okurum böyle şeyler yazarım" tribindeki bi kızın feysbuk sayfasında gördüm ve Charles Bukowsky'ye "bunu bu salak yazmış olamaz en iyisi bu yazıyı gogilda aratayım" diyerek ulaştım.İşte o hoşuma giden metin geliyoor (Hey gidi Charles Bukowsi hey!Kim bilir hangi duygularla yazdığın şu yazıları kız, eski sevgilisine mesaj verebilmek için kullanıyor) ;


En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur
sırf uzaklaşmak için,
ve geride kalanlar
birinin onlardan uzaklaşmayı neden isteyebileceğini
bir türlü tam olarak anlayamazlar.

vay vay vay!
Sonrada adamın biri çıksın "lay lay lom galiba sana göre sevmeler, hopa şinanay galiba sana göre sevilmeler" diye şarkı sözü yazsın...Dünya çok kalleşsin bebişim.

Bu yazıyı yazarken gereksiz bir popüler kültür insanı olduğumu fark ettim.Ne kadar saçma!hadi çüz!



mutsuz kızlar neden mutsuz?



Çok açık bir şey söyliyeceğim kızlar size.Ama çok net; şu ilişkilerde yaşanan başarısızlıklar sizlerin hep en iyisini hep en ulaşılmaz olanını hedeflediğiniz için yaşanıyor kanımca.En yakışıklı olanını istiyorsunuz ,en popüler olanını kafaya almak için uğraş veriyorsunuz, en tarzzo giyinenle çıkmak için taklalar atıyorsunuz.Evet evet gayet taklalar atıyorsunuz görüyorum.Kendisinin bile bir bütün olarak mükemmel olmadığı şu süpersonik dünyamızda "imkansızı" yani tümüyle "kusursuz erkekler"i arıyorsunuz.Ha kusursuz ve mükemmel kız arayan erkekler yok mu?Var.Ama onlar salak.
Tüm bunlar olurken ben ne yapmışım?Birde bana bakalım;
Hayatım boyunca mütavazi bir yaşam sürmeye gayret güttüm. Arkadaşlarımı hep buna göre seçtim.En yakın dostlarım hiç bir abartıya kaçmayan samimi insanlar oldu hep.Çevremde hep böylelerini görmek istedim.Herkesin görüşmek için çıldırdığı insanlardan olabildiğince uzak kaldım.Zaten ben korkağın tekiyim!Korkarım havalısından, şımarığından, bağıra bağıra gülen-konuşan, içinde inanılmaz özgüven patlaması yaşayan insanlardan...bu kısa yazıyı bitirirken tamda ikizler burcu yükselenine sahip balık burcu halimle tüm yazdıklarımın tersi bir cümle yazayım;
Simge en nefis insan evladıdır.Çokta iyidir pekte iyidir.Oh egom patladı.

Bu yazıyı yazmış olmak için yazdım.zira aylardır bloguma girmiyorum."bloguma" derkende inanılmaz geriliyorum."bloğuma" mı demeliyim yoksam "bloguma" mı demeliyim?

Hadi görüşürüz.

7 Nisan 2011 Perşembe

Allah Seni İnandırsın: Türk İnsanının Trafik Işığında Bekleme Potansiyeli

Blogların kapanma rezaletinden sonra yeniden merhaba!
Bugün yine memleketimden insan manzaralarıyla siz okuyanlarımı aydınlatacağım :) aahaha

Simge İstatislik Kurumuna göre Türkiye' de yaşayan her iki kişiden biri "yaya" olarak trafik ışıklarında bekleme alışkanlığına sahip değil.Kişi kırmızı ışık yansa bile nasıl olsa araba geçmiyor deyip karşıdan karşıya adeta bir kedi gibi atıyor kendini.Yayalar yeşil ışığı bekleme süresince sanki haksızlığa uğramış hissine kapılıyorlar.Örneğin....ben! Arabam olmadığından ötürü değiştiremediğim kaderim yayalık olduğu için kırmızı ışığın yeşile dönmesini beklemek bana sanki suçsuz yere 20 yıl hapis yatmış insan maduriyeti veriyor.Hazmedemiyorum arkadaş beklemeyi!Beklerken kendimi enayi gibi hissediyorum.Sanki insanlar bana dönmüş "hahah şuna bak enayi yeşil ışığı bekliyor, iki adım atıcak kurallara uyuyor puhahahaha nihahah" diyorlar gibi geliyor.Ama sahiden eğer araba geçmiyorsa ve ben canımı dişime takıp inat edip karşı tarafa geçmiyorsam ve "kurallara uyacam ben" diye diretiyorsam insanlar bana tip tip bakıyorlar.Kurallara uyunca inanılmaz baskı altında hissediyorum/hissediyoruz.

Peki ülkemizde kurallara uymak neden "komik duruma düşme" nedeni olarak kabul ediliyor?Tam tersi olması gerekirken neden bu böyle? Niye bizde yere tükürmeme, trafik kurallarına uyma, yerlere çöp atmama gibi sosyal bilinç gerektiren alışkanlıklar yok?Olanlar neden azınlıkta?


Tüm bu soruları yönelttiğim kişiler "yoo biz gayet kurallara uyuyoruz" kafasındalar.Aynı kişiler eminim boş zamanlarında belgesel falan da izliyorlardır!Çok acayip şeyler yapıyorlardır!

Böyle işte.Bundan böyle kötü hissetmiyeceğim kendimi ışıkta beklerken.Yada hissetsem mi?Hissederim bence.

1 Şubat 2011 Salı

Türk insanının yere tükürme potansiyeli








Türkiye' de havaların soğumasıyla birlikte gerek Ankara' da gerekse İstanbul' un nemli soğuk havasında insanlar hasta olmaya başlarlar.Bazen halk arasında "göğüsüm dolu dolu çok fena öksürüyorum" diye konuşulur hatta.Bu hasta kişilikler öksürünce ardından Türk insanının kaçınılmaz genetiği "yere tükürme" fonksiyonu devreye girer.Bence bilim hala yavaş, hala ilerleyemedi çünkü bizim insanımızın bu "öksürük sonrası tükürme ihtiyacı" genini söküp atamadı bilim insanları.Yok arkadaş! Kansere çare bulmuşlar yok efendim insan klonlamışlar Aids' e kesin çözüm bulmuşlar bunlar benim için hiç.bir.şey. ifade etmiyor.Herneyse konumuza dönecek olursak ne diyorduk evet kış diyorduk hazin sonu hastalık diyorduk.Haa diyebilirsiniz ki yazın bu kardeşlerimiz tükürmüyorlar mı?tükürmez olurlar mı elbette, lakin bu tükürükler güneş ışığının yakıcı etkisiyle buharlaşıp atmosfere karışıyor böylece biz fark edemiyoruz.


Peki ya kışın ne oluyor?

Off yazmasam mı?

Tükürükler donuyor güzel kardeşlerim donuyor!
Siz hiç donan tükürük gördünüz mü? İstanbul' da yaşayanlar belki göremezler ama Ankara' nın kuru ayazında yerdeki her bir su birikintisi donar ve buna tükürük dahildir.Hal böyle olunca insan o tükürüklere basmamak için neredeyse sokakta yürürken bilumum çaçaça, salsa, tango, oryantel yapabilir.Yani Ankara' lılar kışın hiç dans kursuna gitme ihtiyacı hissetmezler...dikkat edin.
Tükürükler o kadar çoktur ve o kadar donmuşlardır ki "amaan boşver bas geç" diyen insanlar donan tükürükten dolayı ayağı kayıp yere kapaklanır.

Ya işte böyle pek değerli ve sevimli okuyucularım; tükürüğün doğası, gelişimi ve süre boyunca dönüşümünü kısaca anlattım bugünlük bu kadar.
Simq

31 Ocak 2011 Pazartesi

Allah seni inandırsın: twitter dili



Neredeyse son iki yıldır Türkiye'yi ve tüm dünyayı estiren, fenomene dönüşen adeta popüler kültür haline gelen Twitter' dan  bahsetmek istiyorum bugün.


Tarihçesini, nasıl bugünlere geldiğini Google' dan aratarak bulabilirsiniz ama benim asıl derdim Türkiye' de, Türk insanına nasıl entegre olduğu.Bende yaklaşık iki buçuk senedir twitter kullanıcısıyım.İlk başlarda saçma gelmişti sonra işi şakaya vurup dalga geçtim hatta espiri yeteneğim de gelişti diyebilirim.Yanlız beni benden alan bir ayrıntı var ki o çok fena!Türk insanına tespit yapma modasını getirmiş olması.Vay arkadaş! Meğer insanlar yıllardır hatta asırlardır Twitter' ı bekliyormuş da bilmiyormuşuz.Artık sokakta yürürken aklıma bir şey geldiğinde "hım bunu Twitter' a yazarım" diyorum.Daha çok insan gözlemlemeye başladım.Hatta bazen aklıma gelen şeyleri unutmamak için telefonuma not alır halde buluyorum kendimi.Dün arkadaşlarımla oturuyoruz birisi komik bir şey dedi hemen "bunu Twitter' a yazalım" dedik mesela.Peki bu kendimizi deşifre etmek mi yoksa "bakın ben nasıl da güzel cümleler kurabiliyorum, nasıl da zekiyim nasıl da kıvrak zekaya sahibim" mi demek istiyoruz? Bazı arkadaşlarım Twiter' da gerçekten iyi tespitler espiriler yapıyor ama bazıları cidden espiri yapıcam diye kıçlarını yırtıyorlar.Peki neden bu kadar tespit  yapma ihtiyacı içindeyiz?Niye böyle olduk biz arkadaş?Hem artık Twitter' da siyasi mesajlar da çok verilmeye başlandı.Bence tüm bunlar hep dediğim gibi Twitter' a girilen bir "tweet"i bir kişinin okuma ihtimali olduğu kadar 80 milyon kişinin de okuma ihtimalinin olması.Çünkü yazan kişi birilerine mesajın iletileceği kanaatinde.Bu sadece benim varsayımım tabii.Öte yandan '80 sonrası jenerasyonun baskıdan dolayı söyleyemedikleri şimdi şimdi çıkmaya başlıyor.Çok değişik bir jenerasyondur mesela "80 sonrası jenarasyonu". Konumuza dönecek olursak bu Twitter' a tespit yapma ihtiyacı ortaya bambaşka bir şey çıkardı; "twiter dili". Evet pek sevgili dostlarım nedir bu twitter dili? Böyle inceden sivri dilli, herşeyi ben bilirim havası taşıyan "vay arkadaş ne insanlar varmış" dedirten cinste, hafif alengirli ucu açık cilalanmamış laflar öbeği.Yabancılar daha çok "şu an şuradayım falan filan yapmaktayım" diye tweet girerken Türkiye'de kadın erkek ilişkisi üzerine yapılan tespitler, mevcut iktidarla ilgili tespitler vs. tutuluyor.Tweet sahibi mesela kadınsa kadınlarla ilgili ayrıntı mesajlar verebiliyor yada erkek arkadaşını çamura sokup çıkartıyor.Pek ilginç tabii.Bir de Twitter üzerinden birbirine sataşan tipler var o bambaşka bir konu tabii.Velhasılı kelam hepimiz pek sevdik beğendik Twitter' ı hatta yapılan tespitlerin ve espirilerin zeka düzeyini görünce tweet sahibini yeniden tanıdık belki sevdik belki de  "aman salak bu be"  deyip geçip gittik...






Şu "big brother" olayı aslında Twitter'da da var.Sadece sanal versiyonu.Takip ettiğiniz ünlünün ne yaptığını gözlemliyorsunuz.Çünkü insanlar başka insanların hareketlerini yaptıklarını izlemeye yakın bir doğaya sahiptir.Bu nedenle Türkiye' de ve dünyada "biri bizi gözetliyor" tarzı programlar fazlaca tutulmuştur.Haha sanırım yine tespit yaptım.Belki de yapmadım?




Hadi kendinize iyi bakın dışarı çıkmam gerekiyor şimdi. 


Simq

25 Ocak 2011 Salı

Baş Bağlama Sanatı



Selam!
Siz bu yazıyı okurken ben çok uzaklarda yani içerde abimin nişan fotoğraflarına bakıyor olacağım! evet evet abim nişanlandı! Kendi adıma söylemeliyim ki biraz ilginç bir ortam bu nişanlar düğünler vs. herkes bir kere baştan aşağıya birbirini süzüyor.Evet bende süzdüm ve şimdi rüküş kızları acımasızca eleştireceğim eheheh nasıl olsa bunu okumuyorlar;

1.Canım Türkiye'mde biz kızlar ve kadınlar neden renkli giyinmek yerine hep siyah giyinmeyi tercih ederiz düğün dernekte?
2.Biliyorum dantel modası var bende dantelli elbise giydim ve evet! Salonda hepimiz "dantellendik"
3.Kızlar kusura bakmayın makyaja dair en ufak bir fikriniz yok.Madem yok gidin bu işin uzmanına yaptırın.
4.Ülkemdeki kızlar gerçekten makyaj bilmiyor!
5.Kızlar hep aynı tarz topuz maşa fön vs.yaptırıyor biraz değişik olun be!
6.Platform topuk modası mı varmış ben anlamadım?
7.Herkes çok şıktı bazıları gerçekten harikaydı.
8.Gelin kızımız zarifti çok beğendim.
9.Abimin giderek başını bağlıyoruz diye babamın yanakları pembe pembeydi.
10.Ve final; en şık ben ve annemdi valla!!

Vee biterken; şunu demeliyim ki benim için ilginç bir deneyim oldu.

17 Ocak 2011 Pazartesi

yeşil çaylı makarna

Günaydın!
Yine ''Türk Sineması'' sınavından çıktım ve dikkat ettim ki ben hep Ali hocanın dersinden çıkınca bir şeyler yazma gereği duyuyorum.İlginç!

Dün arkadaşımdan çıkıp eve gittiğimde canım makarna yemek istedi.Ama gurme makarna gibi bir şey yapmak istedim çünkü birgün önce hamarat arkadaşım hastayım diye döktürdü, yemekler yaptı.Çok ama çok özendim.Makarnayı pişirdim sıra sosuna geldi..."yeşil çay olur aslında" dedim neyse  iğrreenç oldu allah belasını versin nefret ettim makarna familyasından.

"birgün elime bir kamera alıcam ve sürrealist filmler çekicem.Korkutucu olucak.Evet.Bokum gibi sanat filmi olucak"

Anlamıyorum arkadaş! "Bir Tuğra Kaftancıoğlu filmi" ni, "Tabutta Röveşata" filmini ve onun bunun filmini anlamıyorum! otur insan gibi film yap önce adam ol ya! 90'lı yıllarda çekilen ne olduğunu tanrının bile bilmediği kadın filmleri de nesi?Niye kastırıyorsunuz?

Herneyse...90'lı yıllar demişken aklıma mis gibi çiçek gibi 90'lar kıyafetleri geldi ahahaha ne güzel yıllardı ya...
90' lar candır.Nitekim '80 sonrası çocukluk yaşayan insanların Özal'la buluştuğu yıllardır.Bununla ilgili süpersonik bombastiko bir yazı yazıcam ama şimdi gitmem gerek "Medya Politikaları" sınavı için çalışmam lazım.

Hoşçakalın 90' lı yılların çocukları.

6 Ocak 2011 Perşembe

Wish You Were Here




Pink Floyd'u çok severim.Dinlerken hep ortaokul, lise, üniversite hayatım gözümün önüne gelir.Şarkılar bir takım anıları ve kişileri aklımıza getirmede çok işe yarıyor.Buna kokuda dahil...Evet herneyse...Pink Floyd' un Wish you were Here şarkısının sonunda bir rüzgar sesi duyulur.O rüzgar sesi bence şarkıdan daha da etkileyicidir.Her dinlediğimde mutlaka o rüzgar sesini de dinlerim.Sanki bir dua gibi yada sevgilinizin sesi gibi gelir.''ya işte onca şey yaptın deydi mi sanki'' der gibi olur o rüzgar sesi.Hep çok duygulanırım.Aklıma aslında onların hep akıllarında olduğum ama benden uzakta arkadaşlarım, ''keşke şimdi yanımda olsaydı'' dediğim insanlar gelir.Peki senin için insanlar bunları diyor mu?Deme ihtimalleri var mı?Hiç, biri içten olarak ''keşke burada olsaydın'' dedi mi sen de bunu duyup için burkuldu mu?Bu yazdıklarımı okuduğunu biliyorum.Ama inan bana kimse seni çok özlemiyor.Bu kıskançlıklar bu egolar hazmedememe duygularından dolayı kimse seni özlemiyor.Artık birilerinin birilerini özleme ihtimali olan insanlarla uğraşmaktan vazgeç...Benimle ortak hiç bir şeyin yok benimle laf yarıştırmaktan vazgeç...Seninle hiç arkadaş olmadım ben.Evine bir kere gelipde sabaha kadar muhabbet etmedim.Gördüğümde sadece selam verdim belki onu bile yapmadım.Benimle bile yarışıyorsun...Vay arkadaş!Seni hiç kimse özlememiş...özleseydi zaten böyle bir insan olmazdın...umarım birgün seni de özlerler...

Çok özlediğim, ''ne olursa olsun şimdi yanımda olsaydı keşke'' dediğim, ve biliyorum ki onlarında beni çok özledikleri arkadaşlarıma ithafen yazdım bu yazımı.Bakın insanlar ne basit şeylerle uğraşıyor.Kırmayalım hiç birbirimizi.Üzdüysek affedelim.Güzel anılarımızı, gülme krizine girdiğimiz saatleri aklımıza getirelim.Ben ne Ankara'da ne İstanbul'da ne de neredeyseniz orada değilim.Ama sizi hissediyor ve anlıyorum.Bana bu yazıyı yazdıran insanlara teşekkür ederim.Hayatıma iyi ki girdiniz; iyiki üzdünüz iyiki sevindirdiniz iyi ki ağlattınız,iyi ki sinirlendirdiniz beni.

Hepiniz ayrı ayrı anlam kattınız bana...


 aklımda çalan müzik; Pink Floyd-Wish You Were Here.